Merhaba değerli dostlar.

Dünyanın ve ülkemizin geldiği nokta itibarıyla bir sosyal bilimci olarak düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Eminim ki sizler de benim gibi bazı şeyleri anlamakta zorlanıyorsunuz. Dünya sanki birilerinin zorlamasıyla bir korku tüneline sokuldu.

Doğmak, yaşamak ve ölmek, hemen hergün çevremizde görüp kanıksadığımız sıradan vakalardan iken gribal bir virüs olan korana ya karşı niçin böyle tepki verdiğimizi gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Belediyenin ölüm ilanlarına bir göz attığınızda özellikle kış mevsimlerinde bir miktar artmakla beraber ortalama günde on ile onbeş arasında ölüm vakasını görürsünüz. Ve ölenlerin çoğunluğunun belli yaş üzeri olduğunu da anlarsınız. Ülkemizde ve dünya da başta çeşitli kanser türleri olmak üzere, kalp damar rahatsızlığı, trafik kazaları, yaşlılığa bağlı ölümler, zatürre, ve çeşitli enfeksiyon hastalıkları nedeniyle ölüm vakaları yaşandığı malumdur.

Ancak özellikle İslam coğrafyasında, özellikle de son otuz yılda organize edilen kaos nedeniyle milyonlarca Müslüman’ın öldüğü ya da sakat kaldığı, kadınların dul, çocukların öksüz ve yetim kaldığını bir çoğumuz yakından biliyoruz.

Biz ülke ve toplum olarak ölümlere aşinayız. Daha iki gün önce 105. Yılını kutladığımız Çanakkale Zaferinde rakamla yazıyorum “300.000”e yakın çoğu daha onbeş’in de olan gençlerden oluşan, yine yüz yıl önce yaşanan başka bir hazin tablo olan Sarıkamış harekatı sonucu “80.000” civarında, cumhuriyetin kuruluşu sürecinde sayısı tam bilinmeyen, çoğunluğu kurtuluş savaşı kahramanı binlerce kişiyi bir hiç uğruna sırf Şapka kanununa muhalefet ettikleri için, 1970 ile 1980 yılları arasında sağ-sol olayları sonucu binlerce liseli ve üniversiteli gencin ölümü, yine binlercesinin cezaevlerinde ömür tükettiklerini, 1985’te başlayan ve hala devam eden terör faaliyetleri sonucu “40.000” e yakın verilen şehit, halen devam eden Suriye meselesi nedeniyle sık sık karşılaştığımız şehit haberleri.

Bütün bunları hatırlatmamın nedeni biz bu ülkede yaşayan insanlar ölümlere çok ta uzak olmadık hiçbir zaman. Hele ki bu ölüm şahadetle gelmişse başla göz üstüne demişiz.

Ülkemizde ve dünyanın hemen hemen her ülkesinde her yıl özellikle de kış aylarında farklı grip vakaları sonucu üç aşağı beş yukarı ölümler hep olagelmiştir. Bugün de korona virüsü nedeniyle dünya da yaşanan ölümler de her yıl yaşananlardan çok ta fazla bir sayıya itibar etmiyor. O zaman niçin bugün olağan üstü bir durumla karşı karşıyayız. Çin’den gelen 89 yaşında bir iş adamının ölümü dışında bir vaka yokken niçin bu travma.

Evlere kapandık, camileri kapadık, okulları tatil ettik, en önemlisi de toplum olarak tam bir korku tünelindeyiz. Yakınımızda birisi doğal olarak hapşırsa o kişiye öcü gibi bakıyoruz. İşin ilginç olan bir başka yönü ise bu işin başlangıç yeri olan Çin de hayat normale dönerken, özellikle kıt’a Avrupa’sı tam bir kaotik durum içinde.

Bir başka ilginç durum ise yine Avrupa da yaşanıyor. İngiltere ve Hollanda tüm dünya virüsle mücadele kapsamında çeşitli tedbirlere başvururken hiçbir şey yapmadan hayata hiç müdahale etmeden hayatlarına devam ediyorlar.

Bugün Cuma bir çoğunuz bu yazıyı okurken camilerden Cuma salası okunacak, akabinde ezan okunacak ve bir daha ne zaman yaşanır bilinmez ancak ülkemizde ve İslam coğrafyasında ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir süre camiler ve Cuma günleri yalnızlıklarına terk edilmiş olarak kalacaklar.

Meğerse canımız ne kadar kıymetliymiş. Meğer Şeb-i Aruz yani düğün gecesi olarak değerlendirdiğimiz yaratana kavuşmadan aslında ne çok tırsır olmuşuz.

Başkalarının ölümü ya da şahadet haberleri üzerinden ahkam kesmek, yorum yapmak, “Şehitler Ölmez” diye naralar atmak meğer ne kolaymış değil mi değerli dostlar. Oysa ki kendi canımız söz konusu olduğunda adını tedbir koyup ne korkarmışız meğer. Ramazana şunun şurasında ne kaldı. Nasıl bir Ramazan hayal ediyorsunuz çok merak ediyorum.

Bu satırları okuyunca ne dersiniz bilmem, ancak şunu derim: Tedbir elbet önemli, ama her şeyin üstünde bir kader olduğunu da unutmamak şartıyla.

Sağlıcakla kalın.